“Hem madem”ler bize ne söyler?

Devletlerin, milletlerin ömür müddetinde olduğu gibi, insanın hayatında da dönüm noktaları vardır. O dönüm noktaları, adeta birer milât gibidir. Hiç unutulmazlar.

Milât gibi o unutulmazların içinde sadece sarsıcı hadiseler yoktur. Aynı zamanda hakikatli ilim vardır, tesirli fikir vardır, kuvvetli hissiyât vardır, değişen zaman ve mekân mefhumu vardır. Vesâire…

Bir Peygamber vârisi olan Üstad Bediüzzaman’ın gerek hayat seyrine baktığımızda ve gerekse telif ettiği Nur Risâlelerini okuduğumuzda, söz konusu inkılâpvârî hâllerin birçok misâline şahit oluyoruz.

İşte, o misallerden biri de On Altıncı Mektup’ta inci taneleri gibi dizilen meşhur “madem”ler manzumesidir. Hani o “Dünya madem fânidir” diye başlayıp, dokuz “hem-hem”ler ile devam eden mahz-ı hakikat tasbitler.

O dokuz “hem-hem”ler ise, ilgili mektubun “Beşinci Mesele”sinde şöylece sıralanmış:

1. Hem madem ömür kısadır.

2. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.

3. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.

4. Hem madem dünya sahipsiz değil.

5. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.

6. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.

7. Hem madem (…) sırrınca teklif-i mâlâyutak (kaldıramayacağın teklif)     yoktur.

8. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.

9. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.

Anlayarak ve hissederek okuyanın hayatında inkılâpvârî tesirler hâsıl eden şu dokuz adet “Hem madem”lerden sonra, harikulâde yorumlu ifadeler yer alıyor. İnsanı derinden derine düşünmeye ve bir nefis muhasebesinde bulunmaya sevk eden altı maddelik o ifadeler şöyledir:

Elbette, en bahtiyar odur ki:

1. Dünya için âhireti unutmasın.

2. Âhiretini dünyaya feda etmesin.

3. Hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın.

4. Mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin.

5. Kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin.

6. Selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

Şüphesiz en büyük maharet ve meziyet, şu ifadelerdeki ulvî mânâları ağızdan-dilden kalbe indirebilmek, içine sindirebilmektir.

Yani, şu ifadeleri bilmek ve telaffuz etmekten çok, onları yaşamak ve hissetmektir asıl önemli olan.

Kezâ, yukarıdaki “madem”leri de söz ve lâfız olarak bilmek veya ezberlemekten ziyade, onlarda yer alan hakikatli mânâya uygun şekilde hayatını ve hizmetini tanzim edebilmektir, murad-ı İlâhiye muvafık olan.

Final: Hz. Bediüzzaman, aynı bahsin “Haşiye”sinde, o manzum “madem”lerin mahiyetinde yer alan mânâları hayatına ve hissiyatına tatbik ettiği, dahası dem ve damarlarına sindirebildiği için, fânî dünyaya ve içindeki hadiselere dair gelişmelere ehemmiyet vermiyor. Öyle ki, kendisine yapılan zulümlere ve yaşadığı o dayanılmaz sıkıntılara bile aldırmıyor. İşte, bu noktaya dair kendi ifadesi: “Bu ‘madem’ler içindir ki, şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. ‘Meraka değmiyor’ diyorum ve dünyaya karışmıyorum.”

Ne mutlu, Hz. Üstad’ın bilfiil yaşadığı ve hayatında-hizmetinde bihakkın tatbik ettiği bu ve benzeri düstûrlara riâyet etmede hissesi ziyade olanlara.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*