Bir mucize sanat eseri: burun

Evet, sonsuzluğa komşu bir gökyüzü ve bu gök kubbenin altında nazik, nazenin ve nazdar bir gezegenin misafirleri…

Bunların içinde biri var; cidalin, paniklerin, kavgaların girdabında sönük bir nokta gibi, fakat içinin sonsuz derinliklerinde her şeyi bilmek, bilmediklerini ise, hissedip bulmak isteyen biri…

İşte bu, yaratılmışların en değerlisi ve seçilmişi mükerrem olan, insanın ta kendisi…

Bu insan kendini okumak, bilmek ve tanımak zorunda. Zira evrenin sonsuz güzelliklerinin sırlarının bir kopyası içinizdedir ve size durmadan; Beni ara! Beni bul! Diye, çağrı yapıyor. Siz, insan olarak yeryüzünde yaşayan kâinatın küçük bir örneği hükmündesiniz. Şimdi bu küçük kâinatın iç dünyasının bir parçası olan koku alma organı burun üzerinde durmaya çalışacağız. Koku alma organı burun ve kokuları alma gerçekliğine kısa ve öz bir yolculuk yapacağız.

Burun yüzdeki yeri ve konumu itibariyle aynen gözler, kaşlar, dudaklar ve ağızda olduğu gibi, en güzel şekliyle dizayn edilmiş, teşkil edilmiş, nakşedilmiş ve insanın cemâline ve güzelliğine de güzellik katmıştır. Burnun en önemli görevi, başta yiyecek ve içecekler olmak üzere, doğadaki bütün kokuları algılamak ve koklamaktır.

İnsan burundaki iki deliğinden geçit verdiği güzel ve temiz havayı teneffüs ettiği gibi, temiz güzel gıdaların da kokularını alabiliyor.

Sayısız çiçeklerin ve bitkilerin kokularını alır burun. Evlerde, bahçelerde yetiştirilebilir binlerce çiçek çeşitleri vardır. Bir de kırlarda, ormanlarda, ve ovalarda ve hülasa, toprağın bulunduğu her yerde çiçekler, güller ve nebatlar yetişir. Dünya üzerinde 2 milyondan fazla bulunduğu tahmin edilen harikulade koku ve renkleriyle çiçekler vardır. Bütün çiçekler güzellikleri ve zerafetiyle ve renkleriyle olduğu gibi; bir de etrafa saçtıkları güzel kokuları sonucunda, başta insanın kalbi ve gönlü olmak üzere; beyni ve beynin dışarıya açılan penceresi gözleri ve dolayısıyla tüm vücudu, günün stres ve yorgunluğunu atarak bir rahavete ve huzura erdiriyor, aynı zamanda içindeki harareti de serinletip söndürüyor.

Renklerinin güzelliği yanında birde kokularıyla öne çıkan bazı çiçekleri şöylece sıralayabiliriz: Açelya, akasya, menekşe, nergis, defne, erguvan, fesleğen, gelincik, hanımeli, ıtır çiçeği, kadife çiçeği, kaktüs çiçek çeşitleri, karanfil, leylak, lâle, papatya, yasemin. Ve yine acaip, cazip güzel kokularıyla kavun, karpuz, çilek, elma, portakal, muz, hıyar, domates, biber ve sayılamayacak kadar meyve, sebze ve diğer bitkilere ve şükrü gerektiren sonsuz nimetlere işaret eden Allâh Te’alâ, Kur’an’ı Kerim’de; “Yeryüzünü de yaydık, üzerine dağlar koyduk. Onda ölçülü şeyler bitirdik.”(1)

Ve diğer bir âyet’te; “Dahası sizin için yeryüzünde çeşitli renklerde yarattığı şeyler vardır. Elbette bunda düşünüp öğüt alacak bir topluluk için, bir ibret ve dersler vardır.”(2) buyurmuştur. Yani yeryüzünde yeşertip bitirdiği her şey gibi bitkilerin, çiçeklerin güllerin reyhanların, nanelerin renkleriyle, tatlarıyla beraber kokularıyla da ölçülü bir şekilde yaratıldıklarına dikkatleri çekip, tefekküre ve akabinde de ibret alıp dersler çıkarmaya davet eder.

Ve bütün bunlardan daha acaip olanı, bu kokuların kokusuz topraktan gelmesi, ayrıştırılması ve orada biten her bitkinin doğal kokusuyla kokulanması yanında; yine her birine uygun fıtri, doğal bir tat verilmesi ve çeşitli binlerce, belki de milyonlarca renklerle boyanmaları, renksiz, kokusuz ve tatsız topraktan gelmesidir.

Ve toprakta cereyan eden bu harikulade icraatlara karşılık bunları algılayacak, ayrıştıracak ve her bir varlığı doğal rengiyle görecek gözler ve ayrı ayrı tatlarını tadacak dil ve her birini fıtri, doğal kokularıyla ayrıştıracak ve algılayacak bir burun, organın yaratılması ve bütün bu renkleri tatları ve kokuları idrak eden ilgili organlar vasıtasıyla, tüm vücuda yayıp haz ve lezzet almasına, huzura ermesine vesile olan beyin, daha acaip değil mi?

Ve yine toprağa bütün bu kabiliyetlerin verilmesi ve oradan zuhur edenlerin müşahede edilmesi için gözlerin ve tatlarının tatmaklığı için dillerin ve kokularının algılanması ve koklatılması için burunları yaratan bir mu’cizekâr eli göstermez mi? O zat-ı Zülcelâl olmazsa bütün bunlar olabilir miydi? Veya bu muazzam mükemmel faaliyetler kör ve sağır toprağa ve tabiata havale edilebilir mi?

Binbir yeşilin insana verdiği neşe, milyonlarla bahsedilen çiçeklerin iç dünyamızda yarattığı sevinç…

Ya toprağın kendine has özel yapısıyla ve rengiyle, bütün renklere menba’ olması? Bilir misiniz ki, bütün renklerden yorulmak ve usanmak mümkün iken, toprağın renginden ne usanç gelir ve ne de yorgunluk.

Şüphesiz tabiat bütün doğallığı ve cazip güzellikleriyle insana huzur veren hoş koku ve rayihalarıyla renk renk çiçekler, kokularıyla enva-ı çeşit meyveler, Allâh’ın iradesini, ilmini ve kudretini gösterir.

Durum bundan başka olsaydı eğer; yani tabiata ve tesadüflere havale edilseydi; yeryüzünde hayat başladıktan kısa bir süre sonra, dünya garip, karmakarışık, düzensiz, ölçüsüz şeylerle dolar, hayat da tümden söner, biterdi.

Halbuki canlı türlerine ve yukarıda saydığımız değişik kokularıyla çiçeklere, meyvelere ve diğer bitkilere insafla bir bakın! Bütün bu yaratılmışlarda kaç çeşit güzellik varsa, DNA molekülünün kader hafızasına nakş olmuş bin bir çiçek, bin bir böcek, bir senfoni gibi molekülün minicik manyetik tuşlarında programlanmış ve muazzam kompitür hesaplarla tanzim edilmiş, nakışlarla donatılmış ve ahenkleştirilmiştir.

Burun, dışarıdan bakıldığı zaman çok basit bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Ucunda kıkırdak, dibinde bir kemik, içinde kıllar bulunan bir et parçası ile kafanın iç tarafına doğru, yani beyine uzanan bir boru tarzındadır. Ancak, bu durumda olan burun, ifa ettiği vazife ve faaliyetleri itibariyle oldukça büyük ve önemli bir organdır.

Burun, içinde mukus tabakası, kılcal damarlar ve kıllar vardır. Burundaki kıllar, apayrı özellikleriyle bir filtre görevini görürler. Daha kaba bir yapıya sahip olan erkeklerin burnunda bu kıllar, daha belirgin ve fazlasıyla vardır. Zira erkekler, kirli ortamlarda, işlerde, fabrikalarda, tarla ve tozu bol hasat işlerinde çalışırlar. Bu kıllar; soluklandığı zaman, o havayı bir nevi tarayıp süzmekte ve filtrelemektedirler. O suretle içeriye, yani akciğerlere daha temiz havanın girmesini sağlarlar. Diğer yandan burnun iç kısmının kıllı ve nemli olması sayesinde hava bir de nemlendirilmiş olur.

Bu kaba şekliyle kıllar kadının burnunda olsaydı; insan o durumu düşünmek bile istemez. Çünkü, takdir edersiniz ki, bu durum kadında büyük bir çirkinliğe neden olacaktı. Zira Allâh; kadına zerafetine uygun, erkeğe de fıtratına lâyık beden libasını giydirmiştir.

Yine, burnun içinde bulunan mukus denen yapışkan sıvımsı madde, aynen kıllar gibi ve onlara yardımcı olarak, havanın içindeki toz ve benzeri yabancı argumanlardan temizlenmesini sağlar. Bir de burnun içinde kokuları beyne ulaştıran, ileten koku sinirleri vardır. Burnun ön deliklerinden, burun boşluğuna giren hava, burnun arka deliklerinden geçmektedir. Hava daha aşağıda gırtlağa inmekte ve nefes borusu aracılığıyla akciğerlere inmektedir.

Burun alt boşluk, orta boşluk ve üst boşluk olarak üçe ayrılır. Alt boşluğa göz yaşı kanalı dökülmektedir. Ağlayınca burnun akması bundan kaynaklanmaktadır. Orta boşlukta sinüsler vardır. Burada hasıl olan tıkanıklık, sinüslerde sıvının birikmesine neden olur. Üst boşluk ise; koku alma işlevinin bu bölgeden kaynaklandığı bilinmektedir.

Diğer organlarda olduğu gibi, burun kemiğinin uç tarafında kıkırdak olması da düşündürücüdür. Zira burun çıkıntısı, sık sık çarpma ve darbelere maruz kalabilecek bir konumdadır. Eğer bu kıkırdak olmasaydı her an kolaylıkla kırılabilirdi.

Burun orijinal nefes alma yoludur. Nefesi ısıtır, nemlendirir ve süzer. Şayet burun tıkanırsa; bu sefer insan boğazından nefes alır ki, bu durumda kuru, soğuk ve süzülmemiş hava, direk akciğerlere girdiğinden hastalanma riski de artmaktadır.

Burun, aynı zamanda tat alma hususunda da dile yardımcı bir organdır. Çünkü tat bir bütünlük içinde hasıl olur. Yediğimiz besinlerin tadını kokusuyla beraber algılarız. Bildiğiniz üzere, grip olduğumuzda yemeklerin tadı da kayboluyor. Burun bir yandan seslerin oluşumunda da yardımcıdır.

Aynen ışık ve sesler gibi, kokular da hava zerreleri (atomları) vasıtasıyla — durgun bir suya taş atıldığı zaman iç içe halkaların çepeçevre yayılması gibi — havada yayılırlar. Burada, çok insanların bilmediği ve üzerinde düşünmemiz gereken muazzam bir iş var. Havada bulunan bir atom (zerresi) aynı zamanda ışığı ve konuşulanları ve her türlü sesleri ve renkleri dalga dalga yaydığı ve göz ile kulağa ulaştırdığı gibi; aynı zamanda kokuların da burun sayesinde beyne ulaşmasını sağlar ve o kokuların algılanmasına neden olurlar.

Ne kadar hayret edilecek bir durum değil mi? Yeryüzünde yaşayan bütün insanların her birinin, birer filozof kadar aklı olsa ve şuuru varsa ve hepsi bir araya gelse, bir atom zerresinin milyonda birini yapamaz. Zira evrendeki intizam ve ilmin temeli olan matematik ve fiziğin akıl almaz ahengini görmeyen gözler kördür. Kâinatta ve yeryüzünde insanların çoğu zaman kirli elleri bulaşmamak kaydıyla; her şey tabi-î varlığıyla nasıl bir hesap düzenine sahip olduğu, bir kader ile tayin edildiği, zaman ve mesafelerin onun üzerinde nasıl bir gergef gibi işlendiğini seyrederken; sadece hayranlık duymak yetmez.

Çünkü; bir atom çekirdeğine attığımız nötronun, saniyenin on milyarda biri kadar kısa bir zamanda, ortaya koyduğu yeni denge fiziğini, yirmi sayfalık matematik formülleriyle ancak izah edebiliyorsunuz.

Zaman itibariyle mesafelere bakar mısınız? Bir santimetrenin on trilyonda biri kadar minik noktalarda, hiç bir geometrik nizam aksamadan olaylar akıl almaz bir ahenk ve intizam içinde, ince nakışlarla nakşedilerek sürüp gidiyor. Minik bir Japon kelebeği, bir zerrecik beynine yerleştirilen bir mikrondan küçük bir alıcı vasıtasıyla, 100 kilometre ötedeki eşini arayıp bulabiliyor.

Diğer yandan, hava içindeki her bir zerre yeryüzünde konuşulan her bir dili de biliyor, renkleri tanıyor, sesleri bilip ayrıştırıyor, bunlardan daha ilginç olan ise, soğuğu ve ısıyı da etrafa neşredip yayıyor ve yine bütün var olan kokuların, her birinin özellikleriyle hamallığını yaparak ve taşıyarak mahalline şaşırmadan ulaştırabiliyor.

Bitkiler âleminin ağaçlarına, meyvelerinin ve çiçeklerinin şekillerine, renklerine, tat ve kokularına bakar mısınız? Her biri bütün ihtişamıyla ayrı ayrı güzellikleri nasıl temsil ediyorlar? Şüphesiz bütün bu cereyan eden olaylar, bir Hâlık-ı Zülcelâli gösterir.

Netice itibariyle, ilmin zerresinden nasibi olan herkes, bu konuda en ufak bir tereddüt yaşamaz ve yaşamamalıdır. Ne var ki; kavranması imkânsız ilâhî ilim ve kudret, zihinlerde belli bir sınırda Allâh inancı yaratmaz. Sonuçta her insanın düşünce ve idrak dünyasında, kabiliyet ve kapasitesi oranında bir Allâh inancı oluşur. Bu konuda Allâh Te’alâ “Ancak alimler (bilge insanlar) gerçek anlamıyla Allah’ı bilir, imam eder ve itaat ederler.”(3) buyururken; şüphesiz bu noktaya işaret etmiştir.

Hatta farklı zamanlardaki Allâh inancı, aynı kişide farklılıklar da arz edebilir. İnsan dünya ve çevre etkilerinden uzak durdukça ve özellikle gecenin sükunet ve sessizliğinde; iç dünyasında hasıl olan fırtınalarla, yüce yaratanına karşı daha kolay ve daha sıcak yaklaşabilir ve O’na dönüş yapabilir. Çevre etkileri ise, onu bu sıcak inançtan uzaklaştırabilir, gönül dünyasından da koparabilir.

Diğer yandan bilinç ve düşünce alanında tereddüt ve şüpheleri olan bir çok insan; yanlış bir Allâh inancı kavramı içinde bocalar durur. İnsanın fıtratında, iç dünyasında ve özünde net ve eksiksiz bir Allâh inancı kavramı vardır. Bizzat Allâh’ın gönüllere kaydettiği bu inanç cevheri, aynı zamanda bilincinde bulamayabilirsiniz. Dolayısıyla zihin dünyamız bir kargaşa ve alabora fırtınasında bozulup boğulabilir. Çoğu kez inkârların, gerçeğe karşı isyanların nedeni de budur.

En çetin bir ateist bile, bu fırtınanın anaforunda isyan edebilmektedir. Ancak yine de onun özünde, cevherinde ve mayasında Allah’a gerçek imân duygusu ve kavramı vardır. Düşünce dünyasındaki kendi güçsüz ve sathi fikirlerinden dolayı, O’nu kavrayamamanın ve idrak edememenin çelişkisini, ızdırabını ve bazen de nedametlerini ve pişmanlıklarını da yaşar.

Dipnotlar

(1) Hicr 15/19

(2) Nahl16/13

(3) Fatır 35/28

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*