Tereddüt hasıl etmek, münafıklık alameti

Buhârî-i Şerifte yer alan bir rivayette, münafıklığın üç alâmeti şu şekilde sıralanıyor:

1. Konuştuğunda yalan söyler,

2. Söz verdiğinde sözünde durmaz,

3. Kendisine bir şey emanet edildiğinde ona hıyânet eder.

Tabiî, münafıklığın daha başka işaret ve alâmetleri de var. Tahkik ehli olduğuna inandığım bir zâttan, yine sahih rivâyete dayalı olarak şunu naklettiğini duydum: “Münafıklığın en belirgin alâmetlerinden biri de tereddüt hâsıl etmektir.”

Evet, şu noktanın hakkaniyetinde hiç şüphe etmiyorum ki: Hakka dayanan ve Kurân’a istinat eden söz, ifade ve izahlarda, tatmin edici cevaplar çoğalır. Felsefeye ve bâtıl fikirlere dayanan söz ve ifadelerde ise, zihinlerde sorular çoğalır; zihinlerde şüphe ve tereddütler meydan alır.

Lise yıllarında, bu her iki hali de gayet keskin hatlarıyla hissederek yaşadım. Risale-i Nur’da evvel okuduğum yazılar, okul kitapları, bilhassa felsefe, tabiat bilgisi ve biyoloji dersleri kafamı allak-bullak ediyordu. Zihnime cevabını bulamadığım sorular hücûm ediyordu. Şüphe ve tereddütler içinde bocalayıp duruyordum.

Ne zaman ki Risale-i Nurları okumaya ve anlamaya başladım, bütün o sorular cevaplarını bulmaya, şüphe ve tereddütler birer birer izâle olmaya başladı.

O gün gibi şimdi de şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki: Nur Risâleleri okuyanların kalbinde ve zihin dünyasında izahlı tatminkâr cevaplar çoğalırken, fikrî manadaki başka kitapları, bilhassa felsefeyle alude olmuş eserleri okuyanların hem kendi kafasında sorular çoğalıyor, hem de hitap ettikleri başka kimselerin zihninde şüpheler, vesveseler, tereddütler uyanmaya başlıyor.

İşte, bu ve benzeri mahiyetteki karşılaştırmalardan da anladım ki, cevapları çoğaltan izahlar kişiyi iman ve tevhide yaklaştırırken, zihinlerde soruları ziyadeleştiren izah ve ifadeler kişiyi dinsiz felsefe bataklığına doğru sürükletiyor.

*

Yukarıdaki izahların penceresinden bakacak olursak, şunu söylemek mümkün: Bir yerde, mü’minler arasında nifak, şikak, şüphe, tereddüt, bölünmüşlük, yahut dağılmışlık hali varsa, bu, dehşetli bir fitnenin orada ciddi şekilde tesir icrâ ettiğini gösterir.

Böylesi bir fitnenin sebebi ve kaynağı, bünye içinde dolaşıma giren, yahut girme fırsatı bulan elbetteki münâfıkane tarzdaki söz ve davranışlardır. Zira, yukarıda da temas ettiğimiz gibi, tezahürleri bazı kıstaslarla anlaşılabilen münafıklığın en bâriz alâmetlerinden biri “kardeşler arasında” görünen zan, vesvese, şüphe ve tereddüt halleridir.

Yani, bir içtimaî bünye içinde tereddüt vaziyeti hasıl olduysa, daha açık bir dille “zihinlerde soru işaretleri” çoğaldıysa, hiç şüphe edilmesin ki, orada münafıklar mevzilenmiş olup, münafıklık orada kol geziyor, cirit atıyor demektir.

Bu meyanda şu hususu da belirtmekte fayda var: İnsanlarımız arasında gerilimin, çekişmenin, kutuplaşmanın had safhaya vardığı şu devirde, ne yazık ki, ayrıca bir “yalancılık furyası” patladı; almış başını gidiyor.

Yalanın böylesine revaç bulması, son derece hazin ve elim bir vaziyet arz ediyor.

Esasında “bir lâfz-ı kâfir” olan yalanın mü’min ağızlarda dolaşıma girmesi son derece tehlikelidir. Zira, yalan çarkı döndükçe, bir yandan kalpler fesada uğrarken, bir yandan da zihinler tarumar oluyor.

İşte, bir kısmı yüzde yüz yalan olmak üzere silik sözlerin yığınla piyasaya sürüldüğü şu zamanda, tahkik mesleğini esas alanların daha bir dikkatli davranması gerekiyor. Misâl: Bir meselede doğruları söylemek yetmez, ayrıca doğruları doğru mizanlar ve usulü dairesinde söylemek, aktarmak icap ediyor.

*

Velhasıl, ileriye yönelik emin adımlarla gitmenin yolu, meşveret ve şurayı esas almaktan geçer. Hakikaten, mabeynimizde şüphe ve tereddütleri izale edecek, aynı zamanda vahdet, ittifak ve ittihadımızı temin edecek olan yegâne yol-yordam budur: Meşveret ve şûrâ. Ki, bu aynı zamanda Kur’ân’ın kat’î bir emridir.

Cenâb-ı Hak, bizi bu kudsî emir dairesi içinde muhafaza ve istihdam eylesin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*