Vücudumuzun rafineri tesisleri: böbreklerimiz

Allah’ın kaderinin yolları üzerinde bulunan bütün eşsiz san’at eserlerinin derinliği ve akıllara durgunluk veren filleri hususunda, akıl ve fikir yürütmeye devam ediyoruz.

Allâh’ın, İradesinin ve kudretinin geçerliliği ve infazının konuları üzerinde tefekkür etmek gerekir. Çünkü bütün bunlar, Cenab-ı Hakkın Celâl ve Kibriyasına ve âzametine delâlet ettiği gibi; aynı zamanda ilminin ve hikmetinin ve kemâlâtının da birer delilidirler. Bunun sonucunda kişi; sıfatlarından ve eserlerinden tezahür eden emârelerinden, bizzat Rabbinin sıfatlarına bakmasını da öğrenir.

Biz güneşe direk çıplak gözle bakamıyor olsak bile; dünyamızı aydınlatmasını gözlemleyerek onun büyüklüğünü ve ışığının da ay’ın ve diğer yıldızların ışığından daha üstün ve fazla olduğunu kabul ediyor ve görüyoruz. Allâh Te’âlâ’nın zatını da aynen böyle düşünebiliriz. Direk Zatını göremiyoruz ama; yaratıklarının üzerindeki ince san’at eserleriyle ve sıfatlarıyla görebiliyoruz.

Kâinattaki varlık âlemindeki zerresinden küresine kadar nitelenen, tanıtılan ve bilinen her ne varsa, bütün bu nesnelerin üzerinde insanları hayretler içerisinde bırakacak harika durumlar vardır ki; hepsinde Allah’ın hikmeti, iradesi ve ilmî görünüyor. O’nun Celâl ve Âzameti kendisini bariz bir şekilde gösteriyor.

Bütün yaratılan  bu sa’nat eserleri ne saymaya ve ne de hesaplamaya gelirler, çünkü onlar sonsuzdurlar.

Yaratılmış olan bütün bu harika varlıklar, her biri içinde dünyalar kadar hikmetkeri barındırırlar. Yaratılanların bir kısmı bizce bilinmekle beraber, haliyle bilinmeyenler de vardır. Bilmediklerimiz hakkında düşünme imkânımız da yoktur. Nice varlıklar vardır ki, yüce Allah’ın da buyurduğu gibi, biz onlar hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Allah(cc), Kur’an-ı Kerim’de, bu konuya dair; “Allâh şu anda bilemeyeceğiniz daha nice varlıklar yaratır.”(1)  Ve diğer bir âyette de; “Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetlerini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim.”(2) buyurmuştur.

Belirtildiği üzere aslı bilinmeyenler olduğu gibi, aslı bilinen ve fakat hepsinin genel anlamda ayrıntıları ve mahiyetleri bilinmeyen varlıklara ve yaratılmışlara gelince; bizim bunlarla ilgili olarak fikir yürütmemiz, üzerinde düşünmemiz haddizatında mümkündür. Bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılırlar. Duyu organlariyla anlaşılabilenler ve duyu organlarıyla bilinemeyecek olanlar ki, gözle görebileceklerimiz ve göremeyeceklerimiz olarak kısımlara ayrılırlar.

İnsanın kendi nefsi varlığında var olan ve insanı diğer varlıklardan üstün kılan aklı, bilinci, tefekkürü ve çeşit çeşit duyguları, lâtifeleri ve elle tutulur, gözle görülür organları üzerinden algıladığı ve hissettiği varlıklar, gözleriyle müşahede ettiklerinin, renklerin keyfiyeti ve nasıl oluştuğu; dokunduğu şeylerin katı, yumuşak veya sıvı olduğunu algılamanın ve kavramanın nasıl oluştuğu gibi; ince duygular ve daha niceleri vardır ki; bunlardan her bir kısmı, yine kendi aralarında çeşitli nevilere ayrılırlar. Bunlardan her bir nev’i de bir çok kısma ayrılır. Bu kısımlardan her bir kısım da kendi aralarında sınıflara ayrılırlar. Ve bu bölünmeler de sonsuza kadar devam eder, gider. Çünkü her birinin nitelikleri, durum ve heyetleri, manaları, görünür ve görünmez yönleri bakımından farklılıklar gösterirler.

İşte bütün bunlar düşünce sınırları içerisinde değerlendirilmeye tabidirler.

Her bir varlığın yaratılmalarında ve hareketlerinde mutlaka bir hikmet veya onlarca, belki binlerce bizce bilinmeyen hikmetleri vardır. Bunların tümü Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet ettikleri gibi, bütünüyle Allah’ın Celâl ve Kibriyasına da delâlet ederler. Bunların her biri, yine O’nun varlığını gösteren âyetlerdir.

Nitekim Cenab-ı Hak yüce kitabı Kur’an’ı Kerim’in başından sonuna kadar çok yerde; “O’nun âyetlerindendir”(3) buyurarak, kendi varlığına delil olarak, bütün varlıklar üzerinden, bizleri tefekküre davet ediyor.

Öncelikle Allah Te’alâ, Kendi nefsiniz üzerinde düşünülmesini de emreder. Âyette me’âlen şöyle buyurmuştur: “Kesin olarak inanacaklar için, yeryüzünde âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de/kendiniz üzerinde de öyle. Görmüyor musunuz?”(4)  diye ifade eder.

Şu âyetin ışığı altında kendi iç organlarımızdan 150 gr.lık bir et parçasından ibaret böbreklerimizde cereyan eden faaliyetlere, Allâh’ın hikmeti nazarıyla ve derin bir tefekkürle bakalım.
Daha önce de kısmen değindiğimiz, ana rahminde iken ceninin içinde bulunduğu amniyon sıvısı aynı zaman da fetüs* ve anne arasında su ve madde alışverişine sahne olur.

Fetüs amniyon sıvısı ile bir anlamda dış dünyaya alışmak için egzersiz yapar ve düzenli olarak bu sıvıyı içer. Bu sayede dili, tatlısıyla, acısıyla, tuzlusuyla, ekşisiyle ve diğer bütün tatları algılamaya başlar. Bir süre sonra tükürük bezleri de harekete geçerler. Ayrıca fetüsün içtiği amniyon sıvısı; hem bağırsakları görevlerini yapmaya hazırlamakta, hem de aynı sıvının devamlı olarak kandan süzülmesine imkân sağlayıp böbrekleri çalıştırmaktadır. Böbrekler tarafından emilen bu sıvı tekrar amniyon sıvısına geri verilmektedir. Buna cenin için, küçük bir idrarı boşaltma alışkanlığını kazandırma antremanı, egzersizi da diyebiliriz. Ancak, Allâh’ın sonsuz hikmeti ve tesis ettiği muazzam sistemiyle, bu amniyon sıvısını kirletmez. Çünkü böbrekler, doğumdan sonraki işleyişlerinden farklı olarak, fetüsün içtiği sıvıyı süzerken; steril hale getirecek bir yapıya da sahiptirler.

Cenab-ı Hak, bu yaratılış sistemi içerisinde her varlığı yaratırken; onu mükemmel bir intizam ile tanzim edip şekillendirirken, daima en güzelini yansıtır. Hilkat-ı âlemde ve insanın yaratılışında bir çirkinlik göremezsiniz. Bu güzellik, insanda en güzel şekliyle tecelli etmiştir. İnsanı, hem biyolojik ve hem de fizikî yapısıyla iç içe halkalar şekline, hikmetle ve muazzam bir âhengle, bu güzellikleri sezeni ve bileni mutlak anlamda hayran bırakır.

“İnsan vücudunu korumaya mezun lenfosit (bir akyuvar tipi), dediğimiz savunma hücrelerinin hayat öyküsü ise başlı başına bir ahsen-i takvim sırrıdır. İnsan vücudunda doğan her yeni hücrenin etrafında bu hücrelerin yüzlercesi görev bekler. Eğer yeni doğan bir hücre  kanserli ise hemen imha edilir. Bu hücreyi tanıyabilmek için lenfositler timus  dediğimiz salgı bezinde otuz bine yakın biyokimya anahtarı bulunmaktadır. Lenfositlerin bu anahtarları o kadar hassastır ki, vücutta doğan bir kanser hücresi veya sağlam dahi olsa, başka yabancı bir hücre bulunduğunda derhal öldürülürler. Nitekim bu yüzden organ nakilleri büyük problem olmaktadır. Lenfositlerin bu faaliyetleri öyle bir biyolojik tekâmülü temsil eder ki, ne herhangi bir başka canlının, ne de laboratuvarlarda hazırlanacak bir takım maddelerin bu ustalığı kazanması söz konusu değildir. Zira bu hikmetle yaratılışın en güzelidir.”(5)

Gebelikte olduğu gibi, doğumda ve doğumdan sonraki bütün yaşamınız boyunca, içinde bulunduğunuz bedeninize ve yaratılış mu’cizesine inanın ve güvenin.
Bu cereyan eden mu’cizevî hakikatlara iman edip güvendiğiniz müddetçe; mutlu olur ve saadetle yaşarsınız.

Bildiğiniz gibi, daha önce sindirim sisteminin ortak organlarından bahsetmiştik. Şimdi de yediğimiz besinler ile içtiklerimizin geçirdikleri bütün aşamaların son duraklarından sayılabilecek böbreklerde cereyan eden muazzam faaliyetlerine şahitlik edeceğiz.

Böbrekler tabir caiz ise; kanı sudan ve diğer atıklardan, yani işe yaramayan maddelerden ayrıştıran bir arıtma, bir rafineri, bir laboratuvar görevini ifa etmektedirler.
İnsan vücudunda omurganın iki yanında genellikle iki böbrek bulunmaktadır. Çok nadir olmakla beraber, doğuştan tek böbrekli insanlar da bulunabilmektedir.

Yetişkin bir insanın böbrekleri ortalama olarak 12 cm’ye 6 cm. genişliğinde, kalınlığı ise, 3 cm ve yaklaşık 150 gram ağırlığında, kahve rengine yakın, kırmızı renkte olup; içinde akıl almaz fevkalâde faaliyetler yapılmaktadır. Böbreklerden çıkan bir idrar yolu bulunmaktadır. Buradan mesaneye geçilir. Bu uretra (idrarın vücut dışına atılması) yolu ile orada biriken idrarı depolama işini yapmaktadır. Böbreklerin önemli görevlerinden biri de kan basıncını düzenlemektir. Böbrekler kırmızı kan hücrelerini yaparken; vücuttaki kalsiyumun istenilen normal seviyesini de kontrol ederler.

Normal yetişkin bir insan vücudunun 1/13 kadarı kandır. Bu kan düzenli olarak atardamar, toplardamar ve kılcal damarlardan meydana gelmiş damar ağları içerisinde dolaşmaktadır. Genel olarak 80 kg’lık bir insanda 5-6 litre kan bulunmaktadır. Bu durumda bir gün içerisinde, insanın bütün kanı, 10 defa böbreklerdeki filtrelerden geçerek süzülmektedir. Ve bu süzgeç işleminden 1-2 litre idrarı ayrıştırmaya ve vücutta bulunan kanın saf ve temiz olarak kalmasını da muhafaza etmektedir.

Böbreklerin kanın içinde bulunan bu toksin ve attık maddeleri nasıl bilip farkettiği ve rafine edip süzdüğü, gizem ve sırlarını hala bilim ve teknoloji çözüme kavuşturmuş değildir. Zira bu gibi hikmet dolu gizemli durumların, maddi ilmî verilerle izah edilmeleri mümkün değildir.

Bu, sadece böbreklerin İlâhî bir san’at eseri, Allâh’ın bir mu’cizesi olarak anlaşılması gerekir. Başka türlüsü zaten mümkün değildir.

Diğer organlarda olduğu gibi, böbreklerin de çok önemli görevleri vardır. Genellikle vücuttaki toksin ve vücuda yaramayan atıkların, unsurların dışarı atılımlarını sağlarlar. Böbrekler, vücuttaki su miktarını koruduğu gibi, fazlalıklarını da dışarı atmakla görevlidirler. Böbreklerin çok görevleri yanında bir de vücut sıvılarının hacim ve bileşimlerini de kontrol ederler.

Su ve bütün elektrolit (insan vücudunda su dengesi ve kanın pH dengesini sağlayan unsur) lerin vücuda giren ve vücutta açığa çıkan miktarları arasındaki dengeyi de önemli ölçüde böbrekler sağlamaktadır. Böbreklerin bu düzenleyici görevi, hücrelerin değişik aktivitelerini gerçekleştirebilmeleri için, gerekli çevrenin sabit tutulmasını da sağlar. Diğer yandan böbrekler, plazmayı filitrelemek suretiyle kanın arıtma işlemini yapar ve netice itibarıyla vücudun ihtiyacına göre, maddeleri değişik hızda düzenlenmesini temin edeler.

Burada böbrekler gerekli maddeleri kana döndürürken; istenmeyen maddeleri de idrar yoluyla dışarı atarak, kanın temizlenmesini sağlarlar. Yine, su ve elektrolit dengesinin düzenlenmesi, tansiyonun dengelenmesi, asit-baz dengesinin sağlanması, kandaki alyuvarların yapımının düzenlenmesi, vitamin D3 yapımının temini ve glikozun sentezlenmesi de, böbreklerin görevleri arasındadır. Açlık esnasında karaciğerin kana glikoz ilave etmesi yanında; böbreklerin de bu konuda önemli bir kapasiteye sahip olduğunu görüyoruz.

Böbrekler, günde 120 litre kanı süzebilecek kabiliyette yaratılmıştır. Süzdüğü bu kandan 1-2 litre idrarı ayrıştırıp üretebilmektedir. Böbrekler, üreter denilen bir tüp ile mesaneye bağlanmaktadır. İnsan bunu dışarıya atmaya hazır olana kadar, idrar mesanede depolanmaktadır. Burada biriken idrarı fazla bekletmek, böbreklere ve dolayısıyla vücuda zarar verebilmektedir. Böbreklerin en hassas görevi kandaki toksinleri ve atıkları ayrıştırma, yani filtreleme faaliyetidir. Bu filitreleme işlemi böbreklerde bulunan nefronlar (böbrekte idrarın yapıldığı morfolojik üniteyi oluşturan, filtre dediğimiz yapılar) vasıtasıyla yapılmaktadır. Bu nefronların iki milyon dört yüz bin adet olduğundan bahsedilmektedir.

Bir düşünün! bu nefronların her biri, ine ucu kadar bile olsa, yukarıda belirtilen böbrek hacminin tümünü teşkil edebilecektir. Bu küçücük varlıklarda, kanın idrardan tasfiye işlemi ve bu süzme faaliyeti nasıl başarılmaktadır?

Değerli okuyucu! Böbrekler bu filtreleme görevini yapamaz hale gelince, vücuttaki atık maddeler ve su birikmeye başlar, dolayısıyla insanlar diyaliz makinaları yoluyla, kanın bu temizleme işini yaparlar. İnsanlar için bu diyaliz tedavi yöntemleriyle daha aktif bir yaşam kalitesi sağlanabilir. Diyaliz böbrek fonksiyonlarını yerine getiremeyen hastalarda, vücuttaki toksinleri ve fazla sıvıyı temizlemek, elektrolit dengesini korumak ve kan basıncını kontrol etmek amacıyla kullanılır.

Malum olduğu üzere son zamanlarda ismi duyulan ve uygulamalarıyla böbrek hastalarına bir umut olan diyaliz makinaları, ilk defa Willem Kolff tarafından icat edilmiştir. Willem,14 Şubat 1911 yılında Hollanda’da doğmuştur. Tıp öğrencisiyken 22 yaşında bir hastanın böbrek yetmezliğinden çok etkilenmiş olduğundan; buna çare olmak üzere bir sürü araştırmalarda bulunmuştur. 1941 de ilk defa bir yapay böbrek makinası geliştirmiştir. Ve bu cihazla 1945 yılında bir böbrek hastasının hayatını kurtararak 7 yıl daha yaşamasına vesile olmuştur. Başlangıcı 1941 yılına dayanan diyaliz makinası, teknolojinin gelişmesi sayesinde hemodiyaliz makinelerine dönüşmüş durumda. Bilimsel gelişmeler çerçevesinde, ileriki zaman süreçlerinde daha rahat ve daha konforlu aletler haline gelebilecektir. Bu diyaliz makinaları, elbette ki, insanların sağlıklı yaşamalarına muazzam bir hizmete vesile olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Böbreklerdeki bu ince ve hassas fonksiyonları, organizma ile uyum içinde entegrasyonu sağlayarak devam ettirebilecek, Allâh’tan başka kim olabilir? Bu harika sistemdeki ince hesap ve düzeni ve bu şaşmaz faaliyeti, hangi tesadüfle veya hangi tabiatla izah edebilirsiniz? Bu hassas ve ince programı böbreklere öğretip ve yaptıran, ancak onları hikmet, kudret ve iradesiyle yaratan Sani’i Hakim (cc) olabilir.

Kocaman diyaliz makinasına bir takım ücretler veriyor ve mucidine de senâlar yapıp teşekkürler ediyoruz. Peki küçücük bir et parçasından ibaret olan böbrekleri, bu kadar mükemmel fonksiyonlarla donatıp bizim hizmetimize sunan, istihdam eden, sonsuz ilim ve kudret sahibi yüce yaratana, daha fazla bir şükürle mukabele etmek gerekmez mi?

Bu böbreklerle ilgili konunun sonunda, bir de önemli gördüğüm terleme ve ter bezleri üzerinde de bir nebzecik durmak isterim.

Böbrekler üzerinde çalışırken, genellikle sıcak yaz günlerinde ve bulunduğunuz sıcak mahallerde bir terleme olayıyla karşılaşırsınız. Bunu merak ettim. Acaba karaciğer veya böbreklerin bir faaliyetinin sonucunda mı, bu terleme hasıl oluyor? diye…

Baktım ki, insan derisinin altında bulunan ve normal bir insanda sayıları 3-5 milyon  arasında değişen ter bezlerinin, yine irademizden tamamen bağımsız ve vücudumuz için, iki önemli işlevleri olan ter bezleri vardır ki; bunlardan biri; vücut ısısını sabit tutmak, diğeri ise; boşaltım sistemine destek mahiyetinde iş gördükleri müşahede edilmiştir.

Bu ter bezlerinin asıl fonksiyonu, vücut ısısını sabit bir dengede tutmasıdır. Bu bezler, cilt altına yerleştirilmiş bir nevi uyku moduna ayarlanmış bir klimaya benzerler. Bu ter bezleri, vücut ısısını kontrol eden beynin hipotelamus bölgesiyle bağlantılı ve ilişkili olup, oradan kendilerine gelen sinyal ve bilgi mesajları çerçevesinde çalışırlar.

Ter, ısıya karşı vücudu serin tutar. Bir deneyiniz, terlediğinizde cildinizin üstünü ellerinizle yoklayınız, bayağı hem nemli ve hem de serin olduğunu görürsünüz.
Bu ter bezleri aynı zamanda duygusallık hallerinde ve fizik aktiviteleriyle de yakından ilgilidir. Beynin ısı düzenleme merkezinden çıkan uyarılar, otonom (irade dışı) sinir sisteminin bir bölümü olan sempatik sinir sistemi tarafından, derideki ter bezlerine iletilir ve bu uyarı ile ter salgılanır. Duygusal uyarılarla, yani heyecan, sinirlenme ve utanma gibi hallerde, el ve yüzlerinizde kızarma ve terleme olduğunu görürsünüz.

Bu ter ve terleme olayının iç yüzünü görünce “Fesubhanellâh” dedim. Cenab-ı Allâh, hiç bir şeyi eksik bırakmamış. Bu ter bezleri gibi daha nice bilmediğimiz ve irademiz dışında çalışan, maddi ve manevi cihazlarımız ve duygularımız vardır. Buna karşılık akılların hayretler içinde kalmaması mümkün değildir. Hakikaten vücudumuzda bulunan bu ince detaylar, tesadüflere ve rastlantılara havale edilebilir mi?

Bunlarda tesadüflerin müdahalesi olsa eğer; bir tekinde, hiç bir terslik, bir aksaklık, bir yanlışlık olmaz mı? Sormak isterim.

Kalın sağlıcakla, sevgiyle.

Dipnotlar:

*Fetüs: Cenin iki ayını tamamladıktan sonra üçüncü ayın başından itibaren doğuma kadar ki devre içinde, ana rahmindeki canlıya verilen addır.
(1)Nahl 16/8
(2)Yasin 36/36
(3) Rum 30/25
(4)Zariyat 51/20-21
(5)Dr.Haluk NURBAKİ, Kur’an’ı Kerim’den Âyetler Ve İlmî Gerçekler. s. 307-308

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*