Vücut sarayının dünyaya açılan penceresi gözlerimiz

Gerçek şu ki, insanın hangi organını veya o organın her hangi bir parçasını ele alıp incelediğimizde; aman ya Rabbi! En az, bu da baktığımız diğer organlar kadar acaip ve olağanüstü bir yapıya sahiptirler demekten kendimizi alamıyoruz.

İşte hayatî öneme haiz organlardan bir tanesi de gözlerdir. Gözün maddesi ve biyolojik yapısı yanında bir de anlâmı vardır, yani mana ifade eden tarafları vardır.

Burada görme organı gözler üzerinde bir âkıl yürütmek, bir fikri çalışma yapmak istiyoruz. Konunun aslına geçmeden önce, bir farazî deneme yapmayı amaçlıyoruz, şöyle ki; bir kısa süreliğine gözlerimizi kapatalım veya göz gözü görmez kapkaranlık bir gece içinde olduğumuzu tasavvur edelim. Hiç bir şeyi göremiyorsunuz, emin adımlarla yürüyemiyorsunuz, her an bir çukura düşmekten veya bir duvara, bir engele toslamaktan korkuyorsunuz. Gitmek istediğiniz menzile, adrese, veya mahalle doğru yönünüzü, yolunuzu seçip belirleyemiyorsunuz. Adeta bir robot kesiliyorsunuz. Yine bunlardan da daha korkunç, daha beter olanı ise; doğuştan kafatasınızdaki göz çukurlarınızın düz olduğunu ve gözlerinizin hiçten olmadığını ve bu şekilde dünyaya geldiğinizi bir düşününüz!

Her şeyden evvel kendinizin ve insanın şekil ve biçimiyle nasıl bir yaratık olduğunuzu idrak edemiyorsunuz. Filin, koyunun, sineğin, ineğin, böceğin ve bütün hayvanların, sadece isimlerini duyuyor, cisimlerini ise hiç algılayamıyorsunuz. Bir bütün olarak tabiatı, masmavi gökleri, bulutları, şimşekleri, yağmurları göremiyorsunuz, keyfiyetlerini ise asla bilemiyorsunuz. Yemyeşil ormanları, şırıl şırıl akan ırmakları, denizleri fark edemiyorsunuz. Değişik renk tonlarıyla süslü, müzeyyen çiçekleri derk edemiyorsunuz… Ve hakezâ sonsuza kadar, bunları sıralayabilirsiniz.

Bunları şunun için dile getirip, anlatıyorum; bir insan düşünün ki, bütün organları, hissiyatı, duyuları, aklı, zekâsı ve diğer lâtifeleriyle her şeyi mükemmel bir şekilde yaratılmış olsun da; bir tek 7.5 gram ağırlığındaki gözleri olmasın. İşte burada amaç, gözlerin ne kadar kıymetli birer organ ve ne denli büyük bir nimet olduklarını nazara vermek, tefekküre davet etmek ve değerlerini takdir etmektir. Gözsüz bir yaşamın asla ve kat’a olamıaacağını ve gözün bunca küçük çaplı bir et parçasından ibaret olmasına rağmen; geniş çaplı görüş kapasitesiyle, kâinatı içine alacak kadar donanımlı yaratan Cenab-ı Allâh’a hamd-u senâ etmek ve şükretmektir.

Evet, gözün insan başındaki konumu, yani yüz cephesinde bulunması, biçimi ve şekli de bayağı düşündürücüdür. Bir insanı düşünün ki gözleri mevcut yerinden, başının başka bir noktasında bulunsun. Örneğin başın yan taraflarında, kulakların üstünde veya tepesinde veya arka tarafında olsun. Bu durumda çok büyük bir çirkinlik arz edeceği gibi, şüphesiz sistemde de büyük bir problem yaratacaktır. Zira Allah Te’alâ, bu hususta bütün canlılar için mükemmel bir düzen tesis etmiştir. Ağız, burun ve hemen üstünde gözleri yerleştirmekle, güzel bir insicamı gözeterek yaratmıştır. Yemek sofrasına oturduğunuzda, önce gözlerinizle seyreder seçici olursunuz, sonra ağzınıza yaklaştırırken buruna koklatırsınız, o kokudan burun da hissesini alır, bilahere ağızdaki dil de, o yemeğin veta içeceğin tadıyla zevklenmiş olur. Ve bunların hepsi aynı anda ve aynı cephede gerçekleşmiş olmaktadır.

Gözlerin hemen üst tarafına kaşların yerleştirilmiş olması da ayrı bir güzellik oluşturur. Yine gözlerin yeşil, mavi, siyah ve diğer renklerle nakşedilmesi, cazip ayrı bir güzellik değil mi? Gözün bu argümanlarından birinin eksikliği veya yerleşkesinde bir çarpıklığın olması halinde; ne kadar çirkin kılardı insanı, değil mi? Bütün bu güzellikler, donatılan göze ve gözün bu görme nimetine, iltifat-ı İlâhiyeye  sonsuz şükürler etmemiz gerekir.

Sevdiklerinizden, hediye olarak bir çiçek aldığınızda teşekkür edersiniz. Peki sayısız renkleriyle o çiçekleri gösteren ve seyrettiğiniz bütün o güzel manzaralarla birlikte size mutluluk verip, huzura erdiren gözleri bahşedip hediye vereni tanımayıp teşekkür ile sena etmemek, nankörlük değil de, ya nedir? Beton gibi ağır bir vicdansızlık olmaz mı?

Evet, insanın diliyle söylemeye cesaret edemediği ve mahcubiyetinden açığa çıkaramadığı şeyleri gözler vasıtasıyla ifade eder. Yani göz; görme, cesaret, aşk ve sevgi, yiğitlik ve asâleti ifade eden bir organ hüviyetine sahip bir organdır.

Göz, yeri geldiğinde sınırsız bir güce sahip olur. Bir bakış ile düşmanın içine korku salar, bir nazar ile yiğidi at’tan devirir, mezara gömdürür. Yine sihirli bir bakış ile deveyi tencereye kor. Bir manalı bakış ile dilberin gönlünü kazanır, bir ok gibi deler geçer, ma’şuk olur, kalbinde taht kurar.

Bazen içindeki hicran, keder ve gamın etkisi ile, gözler bir çeşme gibi yaş akıtır. Bazen bir bakış ile gönülleri fetheder. Bazen öfkeyi ifade eden bir nazar ile nefreti celbedebilir, acaip bir organ.

Gözün bu değişik fonksiyonları nedeniyle üzerine çokça aşk şiirleri yazılmış, romanlara, destanlara konu olmuştur.

Manadan uzaklaşmış, sebeplere ve maddeye hapsolmuş bakışlı gözler, sahibini bunalıma, buhrana hatta dalâlete sürükleyebilir.

Allah Te’alâ, insanı bütün varlıklar içinde en mükerrem, en muhterem ve en şerefli bir varlık olarak yaratmış ve seçmiştir. Onu diğer yaratıklardan emsâlsiz, en üstün organlarla donanımlı bir vücut vermiştir. Geçici bir hayat için ruha arkadaş verilen bu beden, tamamen Allah’ın mülkü olup; bize emanet olarak verilmiştir.

Göz, kulak, el, ayak, kalb, ruh, sır, ve nefis gibi maddi ve manevi cihazların yaratılış manalarına uygun kullanılmaları gerekir. Eğer amaçları dışında kullanılırlarsa şüphesiz bedene dert getirdiği gibi; manasına da belâ ve musibetleri yüklemiş olur.

Bu organlar içinde, vücudun âlemdeki varlıkları görmeye açılan penceresi olan göz nimetinin, ayrı mütena bir yeri ve önemi ve de kıymeti vardır. Göz arı gibi varlıklara Allâh hesabına bakıp özünü alarak, kalb kovanında iman balını yapmakla mükelleftir. Her şeye, “Ne güzeldir” yerine, “Ne güzel yapılmıştır” nazariyla bakmak, onun en birinci vazifesi olmalıdır.

Cenab-ı Allâh, göz ve kulağın, yani görmenin ve işitmenin insan için, ne kadar büyük birer nimet olduğuna dair nice âyetlerle nazara vermiştir. İşte o âyetlerden birinde şöyle buyurmuştur; “Allâh, sizi analarınızın karnından, kendiniz hiç bir şey bilmiyorken çıkardı. Size şükredesiniz diye kulaklar, gözler, gönüller verdi.”(1) Diğer bir âyette de; “O, sizin için o kulakları, o gözleri, o gönülleri yaratandır, ne az şükrediyorsunuz.”(2) buyurmuştur.

Gözün asil görevi dışarıdan göze gelen ışığı elektrik sinyallerine dönüştürmektir. Aslında dış âlemde baktığımız ve gördüğümüz nesneleri gören beyindir. Göz ise, beynin görüşünü dış âleme yansıtan, acaip hikmetlerle dolu, akıllara durgunluk veren, fevkalade harika bir pencere hüviyetindedir. Gözden gelen ışık ve argumanlar, beynin görme merkezi olan arka beyinde oluşmaktadır.

Evvelâ gözün biyolojik yapısındaki noktalara bir nazar edelim, ancak sonradan mahiyetindeki mu’cizeleri idrak edebileceğiz. Cenindeki göz yuvarlağı, döllenmenin başlangıcından itibaren üçüncü haftada, yani alaka devresinde oluşmaya başlar. Dördüncü haftada göz kesesi hücreleri ön beyin kesesinden ayrılmaya başlar. Üçüncü ayda, gözün kamera ağ tabakası oluşur.

Göz, göz akı ve sinirleri ile beyne sağlam bir şekilde bağlıdır. Göz merceği ise, dördüncü haftanın sonları ile beşinci haftanın başlarında ortaya çıkmaya başlar. Göz merceğinin üzeri bir muhafaza ile kaplıdır. Ancak bu mahfazanın ortasında göz bebeği denilen bir delik vardır.

Göz kapakları da yedinci haftada ortaya çıkar. Göz yaşı bezleri de dokuzuncu haftada belirgin şekilde meydana çıkarlar. Göz yaşı bezleri, göz yaşlarını ve göz içindeki sıvıyı üretirler. Bu bezler, gözlerin üstünde bulunan göz yaşı bezleri tarafından gerçekleştirilir. Bu bezlerin ürettikleri sıvıları göz yüzeyine pompalar. Bunlar aynı zamanda gözün nemli kalmasını da temin ederler. Bu göz yaşları gözün yüzeyine düşen yabancı maddelerinden temizler, dışarı atılmasını sağladığı gibi; enfeksiyonları da büyük ölçüde önlemeye çalışırlar. Göz yaşı bezleri olmadan, göz sağlıklı ve düzenli bir şekilde görevini yerine getiremez, göz kuruluğu hasıl olur ve kapaklar rahat bir şekilde açılıp kapanmaz bir hale gelir.

Göz yaşı bezleri, aynen tükürük bezlerinde olduğu gibi, bir anlık bu bezlerin var olmadığını veya çalışamaz durumda olduğunun neticesinde neler olacağını düşünebilir misiniz? Ama her şeyi en mükemmel şekilde yaratan Cenab-ı Allâh, göz için elzem olan, göz yaşı salgı bezlerini de ihmal etmemiş ve en güzel yerde yaratmıştır. Diğer taraftan göze ait tabakaları, gözün şeklini ve rengini yine en güzel biçimde yarattı. Ondan sonra gözün sağlığı ve korunması için göz kapaklarını ve buna bağlı olarak kirpikleri yaratarak gözün güzelliğine ayrı bir güzellik kattı. Göz kapakları, bir sefer gözü koruyan birer kalkan görevini yaparken, diğer yandan göz üzerinde silecek ve parlatma görevini yapar ve korneanın sürekli nemli kalmasını sağlamak için, göz yüzeyindeki göz yaşı ve diğer salgıları düzenli olarak göz yüzeyine salmak ve yaymak ve kirpiklerle beraber göze gelecek tehlikeleri, yabancı cisim ve tozları önlemektir. Göz kapağının biri kapağı açan, diğeri ise kapamaya yarar. Bu iki kas arasında “Orbita” yağ dokusu bulunur. Alt göz kapağı daha az hareketli, üst göz kapağı daha hareketli olup, bir araba cam sileceği gibi çalışır. Bu görevi yaparlarken tamamen irademiz dışında, ayarlanmış otomatik refleksler ile yaparlar. İrademiz yani istemlerimize bağlı olsaydı bu hareketler, asla sağlıklı bir şekilde yapamazdık. Bu da elbette ayrı bir şükür ister. Bu muazzam sistemi bir kaç cümle ile burada ifade etmek mümkün değildir. Zira göz; insan anatomisinin en önemli organlarından biridir, üzerine sayısız akademik doktora çalışmaları yapılmış, kitaplar yazılmıştır.

Yıllar önce, göz organı üzerine akademik çalışmalar yapmış bir göz doktorunun; “Göze dair, tam 50 yıldır çalışıyorum, okuyorum, inceliyorum, tetkik ediyorum, araştırıyorum; lâkin hala büyük oranda gözlerin durumlarına vakıf olamadığım ve çözemediğimiz tarafları, beyin ile bağlantılarıyla ışık alışverişini, renklerin oluşum versiyonunu, yani iç yüzü ve gizemleri mevcuttur. Bu şekliyle göz faaliyetleri, ancak Allâh’ın bir mu’cize eseri olarak ifade edilebilir.” dediğini hatırlıyorum.

Aslında gözleri bir fotoğraf makinasına benzetebiliriz. Fotoğraf makinesinin mercek sistemi kornea ve lens, diyafram kısmı ise; iris ve pupilla, filmi ise retinaya karşılık olarak düşünülebilir.
Anatomik yapısı itibariyle göze bakacak olursak, göz başlıca üç tabakadan oluşur.

Dış tabaka: Gözün bütünlüğünü koruyan dış kısmı. En önde yer alan saydam kornea’dan oluşur. Orta tabaka: Burada bulunan en önemli iris tabakası bulunur. İris gözün rengini verir. İç tabakaya gelince, görmeden asıl sorumlu olan retina tabakasından oluşmuştur.

Göz içerisinde içi sıvılarla dolu üç bölüm vardır. 1- Ön kamera: İris ve korneanın arka yüzü arasındadır. 2- Arka kamera: Önde iris, arkada lens vardır. Lens, ışığın retina üzerinde odaklanmasını sağlar. Lens, disk şeklinde bir yapı olup zonül ismi verilen ince liflerle çepeçevre siliyer cisme asılı durumdadır. Siliyer cisim içinde yer alan kasların kasılıp gevşemesi ile lens kalınlığında değişiklik hasıl olur. Lens kalınlığının artması ile ışığın kırıcılığı artar, azalması ile kırıcılığı azalır. Bazen lens mercek ismi adı altında da kullanılmaktadır.

Gözün içini dolduran yumurta akı gibi bir yapı vardır ki buna “Vitreus” adı verilir. İşte göz, bu vitreus denilen sıvı ile doludur. Bu bölümün % 98.5 oranında sudan oluşmuş protein, asit içeren jel kıvamında bir sıvıdır.

Gözün en iç tabakası olan retina ki; bu kameradaki film gibidir. Retinada oluşan elektrik sinyalleri görme siniri ile beyne taşınır. Retinanın fonksiyonu, ışık enerjisi olarak kendisine sunulan bilgiyi, beyin tarafından kabul edilebilecek elektrokimyasal enerjiye dönüştürmektir. Retina bu faaliyetleri yapacak çeşitli hücre tabakalarından oluşmuştur. Retinanın fonksiyonlarını iki ana hücre topluluğu yerine getirirler. Bunlara fotoreseptörler denir. Bunlar da iki kısımdır. Karanlıkta görmeden sorumlu “Rod” ve aydınlıkta görmekten sorumlu, “Koni” isimli hücrelerden meydana gelirler. Retinada dikkate değer 120 MİLYON Rod ve 8 MİLYON kadar koni bulunur. Rod ve Koni’lerin dış bölümlerindeki çeperleri boyunca  vitamin “A” nın bağlanmasına özel bir protein bulunur. Vitamin “A” dış bölüme girerek bu proteinle birleşir. Yeni oluşan bu molekül ışığa duyarlı bir yapıya sahiptir. Işığın retinadaki fotoreseptörleri etkilemesi ile vitamin “A” ile protein molekülü arasındaki bağ kopar. Beyinde değerlendirilen bu enerji görüntü olarak algılanır ve göz feneri bununla dış âlemi seyreder.

Yukarıda da görüldüğü gibi, bir küçük badem büyüklüğünde ve çapında ve 7-8 gram ağırlığında olan göz organında 120 milyon Rod ve 8 milyon koni ve 1 milyon sinir lifleri bir arada ve her hangi bir karışıklığa ve yanlışlığa meydan vermeden muazzam bir düzen içerisinde faaliyet göstermesine ve bütün bunların neticesinde görmeyi temin etmelerine, doğrusu hayret edilir ve hayretle ve ibretle bakılmalıdır.

Sonuç olarak;  biz şayet düşünecek olursak: önümüzde uçsuz bucaksız uzayıp giden fezayı, başlangıcı ve sonu olmayan zamanı, atomda saklı bulunan enerjiyi, sayılamayan faktörleri ve hesaba gelmeyen yıldızlarıyla birlikte kâinatı, ışık, ısı, elektrik ve manyetizm diye adlandırdığımız titreşimleri, yıldızların sürekli enerjisini, yer çekimi kanunlarını, tabiat kanunlarının kâinata hakim oluşunu… Bütün bunları dikkatle izleyecek olursak, kesinlikle anlarız ki, bildiğimiz gerçekler bilmediklerimiz yanında pek azmış!

İnsan hangi seviyeye ulaşmalıdır ki, bu en üstün anlayış noktasından, yüce Yaratıcının varlığını — O’nun hikmetlerinin anlatılması ve sıfatlarının açıklanması yoluna başvurmaksızın –doğrudan doğruya idrak edebilsin!

Aklını kullanan zihni açık, alabildiğine geniş ufuklara sahip bir insan, akvaryumun içine sıkışan bir balık gibi değil, okyanuslara, açık denizlere açılabilen kimseler gibi olmalı. Bakışlarıyla evrenin sonsuz derinliklerine nüfuz edebilmeli, kendi biyolojik bedeninde, organlarında, gözlerinin göz bebeğinde, merceğinde, en küçük parçası olan bir hücresinde, bir DNA’sında dünyaları, evreni görebilmeli. Allâh’ın sonsuz ilmini, kudretini, san’atlarındaki muazzam intizamı, dakik organizasyonları üzerinden vahdaniyetini okuyabilmeli, imân ile ilân edebilmelidir.

Dipnotlar

(1) Nahl 16/78
(2)Mü’minun 23/78

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*